Müslümanı diğer insanlardan farklı kılan, fakat genel olarak ilk bakışta ayırd edilemeyen özelliği, onun, kendinden (insandan) başlayarak tüm evreni, yaradılışı, varlığı kavrayış tarzıdır. İnsandan başlayan bu farklı kavrayış tarzı, Müslüman dediğimiz, kendine mahsus farklı bir insan tipini de oluşturmaktadır.
İnsan, ya evreni kavrayışında hasıl olan farklılıktan dolayı Müslüman oluyor veya Müslüman olduktan sonra evreni farklı bir tarzda kavramaya başlıyor. Burada, bizim için vurgulanması gereken husus, bu meselenin prosedürünü tesbit etmek değil. Bizim için önemli olan husus, Müslümanın, insan ve tüm varlık karşısında beliren anlayış farkıdır.
Bu farklılık neleri içerebilir? İlkin, Müslüman, kendini "kul" olarak kavrar. Onun, kendini kul olarak kavraması, aynı zamanda, diğer insanları da "kul" olarak değerlendirmesi demek olur.
Bunun anlamı şu: Kendi yerini, yeryüzündeki konumunu kul olarak kavrayan insan, kendisinin Allah tarafından yaratılmış olduğunu teslim eder. Sonra bu kavrayışını, derece derece tüm evrene, tüm varlığa sirayet ettirir. Yani tüm evrenin, tüm varlığın "mahluk" olduğunu kabul, tasdik ve teslim eder.
Varlığı "mahluk" olarak kavramak, ilk bakışta sanılabileceği gibi basit bir olay değildir. Hele insan zekâsının, insan aklının dolaysız biçimde, yani kendisine öğretilmeden kavrayabileceği bir olay hiç değildir. İnsanlık tarihinin en yüksek zekâları sayılabicek kişileri bile bu olayı kendiliklerinden kavrayamamışlardır. Yunan felsefesinden başlayarak varlığı akıl yoluyla kavramaya kalkışan insan, varlığı "mahlûk" olarak değil, hayır, olsa olsa "mu'ta" olarak kabul etmiştir. Varlığın "mahlûk" olarak kavranılması insana vahiyle öğretilmiştir.
Burada, bu son nokta ile ilgili, onunla iç içe bir diğer farika ortaya çıkmaktadır. O da, vahiy hakikatinin kabul ve teslim edilmesidir. Müslüman, Peygamberler vasıtasıyla insana vahyedilen hükümler doğrultusunda hareket ettiği gibi (ki bu, onu, müslüman olmayan insanlardan ayıran bir özelliktir), vahiyle bildirilen hususların mutlak hakikatler olduğunu da kabul eder.
İnsanın, kendini "kul" olarak idrak etmesi, onun bütün sonuçlarını yerine getirmesi yükümlülüğünü de beraberinde getirir. Kul olma, Allah karşısında ve yalnız O'nun karşısında aczini kabul etme, O'nun emirleri dışında veya O'nun emirlerine karşı vuku bulacak başka her türlü emir ve yasağı batıl sayma ve reddetme sonucunu doğurur. Müslümanın, Müslüman olmayan insandan farkı en somut biçimde bu son noktada belirir.
Müslüman yalnız kendisinin değil, tüm varlığın, Allah'ın ilham ettiği tarz üzere hareket ettiğine inanır, kâfirlerin bile.
Böylece olunca, Müslüman ilkin yeryüzündeki misyonunu kavrayacaktır. Yeryüzünde niçin Müslüman olarak var olduğunu soracaktır. Bu sorusuna, yalnız İslâmî kaynaklardan cevap arayacaktır. Bu, bir bakıma, İslâm'ı her gün yeniden öğrenmesi demek olacaktır onun için. Her gün kendini yenilemeye aday olmayan Müslüman, kendisini ve mevcut dış şartlarını her gün bir kez daha irdelemeyi göze alamayan Müslüman, günümüzün şaşırtıcı hayat ortamında bilmeden ve istemeden İslâm-dışı bir hayatın gereklerine uymaya razı oluyor demektir.
Bugün, yeryüzüne hâkim olan hayat tarzının görülen en önemli özelliklerinden biri, onun her alanda gittikçe daha çok aşırılığa batan durumudur. Bu hayat tarzı, ifratla tefrit arasında gidip gelmektedir. Gereksiz önem vermelerle gereksiz ihmaller arasında, Müslümana yabancı bir dokuyu geliştirmektedir.
Bu hayat tarzının en tehlikeli yanı Müslümanı, farkında olmadan, İslâm-dışı "emirlere" itaat etmeye razı kılmasıdır.
Bugün, sokaktaki Müslüman, itiraf etmeli ki, böylesi bir hayat tarzının mağduru olduğunu, hatta mahkumu olduğunu bilmemektedir. O, İslâm-dışı bir hayat tarzını çeşitli kombinezonlar içinde benimsemiş haldedir. İslâm-dışı "emirlere" uymayı gözünde meşrulaştırmıştır da.
Mevcut hayat tarzını reddedemeyen Müslüman, farkında olmadan kendisini reddetmektedir. Farkında olmadan, kendine, kendi değerlerine yabancılaşmaktadır.
Mevcut hayat tarzı içinde, insan, kendini eşyaya hükümran sanmaktadır. Fakat aslında eşyanın kendisine hükümran olduğunu bilmemektedir. Her fert, kendi ekonomik bağımsızlığını istemektedir, fakat bu yolla ekonomiye bağlandığını hissetmemektedir. Eşya hevesi gitgide artmaktadır da, bu hevesine bir sınır çekmeye gücü yetmemektedir, daha doğrusu bu hevesi için bir sınır olabileceğini tahayyül edememektedir. Çok sayıda küçük küçük ilahları var da, bu ilahlara tapındığının farkında değildir. Çünkü "kul"luğunun farkında değildir, unutmuştur.
Gene unutmuştur ki, Allah'tan başka ilâh tanıyana Allah her şeyi ilâh kılar. Allah'tan başkasına kulluk edeni de Allah her şeye kul eder.
Kaynak: Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören, S. 94-97.
Manşet Haberler
Güncel Haberler
imam
İlahiler
FREE service provided by www.alnumel.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Google Arama Motoru
Yeni Sayfa 1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder